İnsanların kabirden kalkıp mahşer yerine varışı ve sırattan yıldırım gibi geçmeleri

İnsanların kabirden kalkıp mahşer yerine varışı ve sırattan yıldırım gibi geçmeleri
A+
A-

Uşşaki Şeyhi Sıddık Naci Eren Efendi Hz.’lerinin (ks) Muslumaniz Elhamdulillah isimli eserinden bir kesit…

 

Ey kardeşim! Kabir hayatı sona erip de herkes kabrinden doğrulup kalkınca herkesin suratı başka başka olur. İşte bu esnada cennete gidecek olan mü’minler, İsrafil (a.s.)’ın sûra üfürüşünü işitip uykudan uyanır gibi uyanırlar. Görürler ki, melekler ellerinde altından taçlar ve ipek hülleler tutmaktadırlar, onları beklerler. Burakları hazırlanmıştır, eğerlidirler. Eğerleri nûrdan, yelekleri misktendir. Melekler derler ki:

Ey mü’minler! Bu gün mahşer günüdür. İşte taçlar, işte Buraklar, işte hülleler… Buraklara binin, taçları giyin, hülleleri arkanıza alın.

Bugün Allah Teâlâ, kadı ve hâkim olmuştur. Muhammed Mustafa (s.a.v.) de şefaatçidir. Allah Teâlâ’nın adalet terazisi kurulmuştur. Muhammed Mustafa (s.a.v.)’in alemi (sancağı) yerinde kurulmuş ve dikilmiştir. Mü’minler o sancağın altında toplanmışlardır.

Mü’minleri Burak’a bindirirler. Önlerinde, sağlarında sollarında, arkalarında melekler tekbir ve salavât getirirler. Mü’minler de tekbir ve salavât getirirler. Bu vaziyette mü’minler mahşer yerine sevk olunurlar. Mahşerde hazır olanlar, bunları gördüklerine derler ki:

“-Bunlar kimlerdir?” Melekler de derler ki:

“-Bunlar ümmet-i Muhammed’in sâlih kavmidir. Bunlar dünyada iken Allah Teâlâ’nın emirlerini tamamıyla yerine getirmişlerdir. Allah Teâlâ’nın yasakladığı haramlardan daima kaçınırlardı. Dünyada iken gâye ve maksatları, Allah Teâlâ’nın kendilerinden hoşnut ve râzı olması idi. Gece ve gündüz çalışmaları ve didinmeleri bunun üzerine olduğu için şimdi Hak Teâlâ Hazretleri kendilerinden râzı oldu. Kendilerine bu nimetleri ihsan etti. Ve onlara bu izzeti, ululuğu münasip gördü. Bunların esas ululuğu ve sürûrları cennettedir.

Bunlar mahşer yerine varınca, evliyânın ve enbiyânın varacağı yer olan mahşer yerinin sağ tarafından varır dururlar. Bunlar mîzan terazisine geldiklerinde, “Lâ ilâhe illâllah” derlerdi. O sebeple onlar bu rütbelere eriştiler. Bunların mîzânlarında sevap kefesi ağır geldiği için Hak Teâlâ, bunları cennetine buyur eder. Sıratı süratle geçip cennetteki makamlarına vâsıl olurlar. Bunlar sırat üzerine ayaklarını koydukları zaman cehennem şöyle seslenir:

“-Çabuk geçin ey mü’minler! Sizin nûrunuz benim ateşimi söndürecek. Bunlar sıratı yıldırım misali süratle geçerler. Varırlar, cennetteki saraylarına girerler. Her saray bir ak inciden yapılmıştır. O saraylarda zevk u safa içinde yaşarlar. Bunların içinde öyle hak dostları vardır ki, kıyametin ne zaman ve nasıl koptuğunu fark edemezler. Sorgu, suâl, hesap ve azâbı bilmez ve görmezler. İsrafil (a.s.)’ın sûrunu işitir işitmez kabirlerinden kalkarlar, kanatlı atlara binerler, kuş gibi uçup cennete dâhil oluverirler. Mahşer yerini görmezler, bilmezler ve oraya uğramazlar. Melekler bunları görürler ki, bir bölük insan yeşil kanatlı atlara binmiş, kuş gibi uçarak cennete gitmektedir. Hiç sırata ve hesaba uğradıkları yok.

Melekler derler ki:

“-Nereye gidersiniz?” “-Cennete gideriz.”

“-Dönün gerisin geriye. Mahşer yerine varın. Sorgu ve suale tâbi tutulmanız lâzım.”

“-Bize ne verdiniz ki, bizden sual edersiniz. Bize dünyada verilen malları gerisin geriye Allah Teâlâ’nın rızâsı için fukaraya tasadduk ettik. Dünyaya üryan geldik ve yine üryan gittik. Bizden sonra zürriyetlerimize dünyalık miras bırakmadık.”

“-Siz hangi kavimsiniz?”

“-Biz ümmet-i Muhammed’deniz. Bu bindiğimiz atlar, cennetten geldi. Bizi yine cennete alıp giderler.”

Bu konuşma devam ederken bir nidâ gelir:

“-Bırakın onları. Onlar dünyada iken benden gayrisiyle aslâ meşgul olmadılar.”

Melekler de derler ki:

“-Gidin, şimdi cennet sizlerindir. Cennette Allah Teâlâ’nın dî- dârını (yani cemâlini) görmek sizindir.”

Muhaddisler demişler ki, cennet sekiz tabakadır. En güzel ve en üstünü “Cennet-i Adn” ve “Cennet-i Firdevs”dir. Ona herkes giremez, ancak üç taife girer;

  • Peygamberler.
  • Evliyâlar.
  • Şehidler.

Bu Adn Cennetinde ak kâfurdan bir dağ vardır. Hak Teâlâ, mü’minlere ve cennet ehline orada tecellî eder. Orada bütün peygamberler, evliyâlar, şehidler, îmân ehli olan cennetlikler, her kişi makamına göre; haftada, on beş günde, ayda, senede Cenâb-ı Hakk’ın cemâlini müşâhede edip görürler.

Allah Teâlâ, bunca nimetlerden sonra cennet ehline buyurur ki: “-Ben sizden râzıyım ey mü’minler, siz de benden râzı mısınız?” (Bunun mânâsı, gönlünüz hoş mudur, demektir.)

Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Hak Teâlâ, Cennet ehline nidâ edip buyurur ki:

«-Ey cennet ehli, benden râzı oldunuz mu?” Onlar derler ki:

“-Râzı olmayacak ne var yâ Rabbi, hakikaten kimseye verme- diklerini bize verdin.”

Hak Teâlâ buyurur ki:

“-Bunlardan daha güzellerini size vereyim mi?” Cennet ehli derler ki:

“-Bunlardan daha güzel olup da bize vereceğin nedir Rabbi?” Hak Teâlâ Hazretleri buyurur ki:

“-Sizin üzerinize rızâmı indiririm. Sonsuzluğa kadar bu hal üzere devam eder.”

O ta’zim ve hürmetler sana neden ötürüdür bilir misin? Şu sebepten dolayıdır ki; sen dünyada iken Allah Teâlâ’ya mutî oldun. Bir kimse ona mutî olsa, Resûlü’ne uyup evliyaya muhabbet eylese, Allah Teâlâ’nın rahmetine lâyık olur.

Allah Teâlâ, Kâbe’de mahşer yerine gelerek, Resûl-i Ekrem’e:

“-Ya Muhammed, beni ziyarete gelmeyenlere sen şefaat et!

Beni ziyarete gelenlere de ben şefaat edeyim!” der.

Kûtü’l-Kulûb’de anlatıldığına göre, Resûl-i Ekrem demiştir ki:

“Her yıl en az beş yüz bin kişinin Kâbe’yi tavaf etmelerini Allah Teâlâ vaat etmiştir. Şayet sayı aşağı düşerse, Allah Teâlâ bunu meleklerle tamamlar. Kıyamet günü hacılar Kâbe’ye sarılır, Kâbe sıratı geçer ve onlar da böylece karşıya geçmiş ve Cennete girmiş olurlar.”

Mücâhid’in anlattığına göre, Resûl-i Ekrem, Arş’ın üzerinde ve en üstün yerinde oturur. Diğerleri ondan aşağı yerlerde otururlar. Nitekim Resûl-i Ekrem:

“-Ben kıyamet günü insanların efendisiyim. Ben, benden başka kimsenin oturamayacağı bir makamda otururum.” buyurmuştur.

Allâh’a şükürler olsun ki, dünya ve âhirette kimseye nasip etmediği en üstün makamı kendisine verdiği bir peygambere bizi ümmet kılmıştır. Resûlün yüzü suyu hürmetine bizi de bağışla, Allâh’ım.

“-Bugün ne kadar şefaat etmek istersen iste, ben kerem sahibi bir padişahım, sen râzı oluncaya kadar sana vereceğim!” buyurur.

Ebû’d-Derdâ (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre, Resûl-i Ekrem:

“-Kıyamet günü mahşer halkı arasında ben ümmetimi tanırım.” buyurdu.

Ashâb:

“-Nasıl tanıyabilirsin?” diye sordular. Resûl-i Ekrem:

“-Çünkü benim ümmetimin abdest azâları nûrludur, parlar, hal- buki diğer peygamberlerin ümmetleri böyle değildir.” buyurdu.

 

Uşşaki Şeyhi Sıddık Naci Eren Efendi Hz.’lerinin (ks) Muslumaniz Elhamdulillah isimli eserinden bir kesit paylaştık…