Ârif ona derler ki…
Sıddık Naci Eren Efendi Hz.’lerinin (ks) Muslumaniz Elhamdulillah isimli eserinden bir kesit…
Ey ihvân! Ârif ona derler ki…
Ârif odur ki, hiç bir iş ve faaliyet, onu Allâh’ı ile meşgul olmaktan alıkoyamaz. Bir an bile Allâh’ın huzurundan ayrılıp gafil olmaz. Ârif odur ki, kendisi susar ve Hak onun sırlarından söyler. Ârif odur ki, mâsivâyı bırakıp, bildiğiyle (Allah’la) meşguldür. Ârif odur ki, kendi tedbirini bırakır, Hakk’ın tedbirine sarılır, onu bekler ve ona önem verir. Ârif odur ki, hiç bir şeyle üzülmez; her ne olsa sevinir, üzüntüsü kalmaz.
Ârif odur ki, bu geniş dünya, onun başına dar gelir; halktan kaçıp Allâh’a varır ve O’nun huzur ve ünsiyetinde rahatı bulur. Ârif odur ki, derin ve devamlı düşüncesiyle melekler âlemini aşar. Hakkı Hak ile bilir ve Hakk’ın nûru ile âleme vâkıf olur, onun sırlarını bilir.
Ârif odur ki, gönül bahçesinde gezer, can havuzunda yüzer ve Allâh’ına kalbiyle münâcâatta bulunup, yalvarıp arzularını O’ndan ister. Ârif odur ki, Hak’tan başkasını düşünmez, hak olmayanı konuşmaz ve nefsi için Hak’tan başkasını koruyucu bilmez.
İlim nehirdir, hikmet denizdir. Âlimler, nehirleri tavaf eder, hikmet sahipleri denizlere dalarlar, ârifler ise kurtuluş gemilerinde gezerler. Ârif odur ki, Allâh’ın sırlarını ehli olmayana, anlamayana açıklamaz, sevinç ve acılarını kimseye söylemez.
Ârifin alâmeti şudur: Allâh’ı ile olduğu zaman övünür, nefsi ile kalınca kendini hakîr (aşağı) görür. Âbid cismini, ârif canını eritir. Ârifin kalbi, hikmet kandilidir. Mârifet de o kandilin fitilidir. Yağı sevgidir, ışığı melekler âleminin nûrudur. Âlime edep, âbide istek, ârife zevk ve rızâ lâzımdır. Çünkü ârif bildiğiyle (Allah’la) daimî mânevî sevinç içindedir. Zâhidin alâmeti, dünyayı terk etmektir. Ârifin alâmeti, duâ ve Allâh’ın medh ü senâsıdır.
Ey azîz! Erenler demişler ki:
Ârif, her şeyi, hattâ kendini terk edip, varlığının yükünden kurtulduğu zaman, muhakkak gönül âlemine girer. Sonra hayal atına
binip nice günler giderek tevekkül dağlarını aşar. Tefviz çölünü geçer ve sabır alanını seyrederek gider. En sonunda rızâ bahçesine gelir. Oradan da irfan bostanlarına ulaşır. Sonra sevgi meclisine girip üns ve huzura kavuşur. Sonra serili yatağa çıkıp, münâcaat ve yakınlık mertebelerine nâil olur. Sonra en güzel ahlâk ve sıfatlarla ilâhî isimlerden hil’atlerini giyinip, bu keramet ve izzetlere ve bu makamların lezzetlerine nâil olan ârif, ömrü boyunca bu hâllerin nimetleri içinde yaşar, sonsuz mânevî saadetlere kavuşur. Bu kulun cismi dünyada olsa da, kalbi âhirete bağlıdır.
Bir hadîs-i şerîfte buyrulmuştur ki;
“Dünyada muhakkak bir cennet vardır. Onu bulan kimsede Cennet arzusu kalmaz. O cennet de mârifetullahtır.”
Ve yine bir hadiste şöyle buyrulmuştur:
“İnsanlar bu dünyadan göçüp gittiler. Hâlbuki buranın en hoş ve lezzetli zevklerini tatmadan öldüler. Bu lezzetli şey de Allâh’ı bilmektir ki, bu dünyadaki her nimetten lezzetli ve zevklidir.”
Hazret-i Ali (r.a.) buyurmuş ki:
“Âhirette Cennet bulan kimseye şaşılmaz. Asıl bu dünyada Cennet bulan kimseye şaşmak gerekir. Ve yine bir kimsenin âhirette Cennet’e girmekle övünmesine şaşmamalıdır. Belki bu dünyada o kimsenin Cennete girmesinden dolayı övünmesine şaşmak lâzımdır.”
Ârifi billâh, Cennet nimet ve lezzetlerine gömülmüş olup sevinç ve izzet içindedir. Nitekim âhirete göçüp Cennete giren kimse, ölüm ve hastalık derdinden, fakirlik ve zilletin acı ve kederinden kurtulduğu gibi, ârifi billâh olan kimse de korku ve elemden, dünyanın bütün mihnet ve güçlüklerinden kurtulur.
CANIM ARZULAR SENİ
Yâ ilâhî, Rahmân’ım, Aşkından perişanım, Bir kez nazar kıl bana, Rûhum arzular Seni.
Ben tâ kâlu belâda, Âşık oldum Zâtına, Dünyâda ve uhrâda Canım arzular Seni.
Sen var iken Allâh’ım, Ben kime yalvarayım. İhsânın bol, lütfun bol, Kalbim arzular Seni.
Zâhir ve bâtınımı, Kılma cüdâ Zâtından.
Sensin benim güvencim, Cismim arzular Seni.
Yâ Rab, Senin aşkınla Fahri âlem görünür.
Dîdârına âşıkım, Canım arzular Seni.
Ey güzeller güzeli, Yoktur Senin nazîrin. Sıddık, Senin kulundur Ruhum arzular Seni.
Aşka düşen zâkirler, hep derler Allah Allah, Hep erenler bu yolda, eylediler can fedâ.
Aşksız insan olur mu, Mevlâ’sını bulur mu? Aşkın her bir damlası, gönülde ummân ola.
Sıddık aşka tâlib ol, yan Rahmân’ın aşkına. Rağbet etme cihâna, saltanata, makâma…