Abdurrahman Sami Niyazi Efendi (Kaddesallahu Sırrahu’l-Ali)

Abdurrahman Sami Niyazi Efendi (Kaddesallahu Sırrahu’l-Ali)
A+
A-

Uşşaki Meşayıhından Abdurrahman Sami Niyazi Efendi Hazretleri, miladi 5 Mart 1879 (Hicri 12 Rebiülevvel 1296) tarihinde Manisa’nın Saruhan ilçesinden dünyaya teşrif buyurdu. Leyle-i Mevlid sebebiyle tebrik için gelen Çöplü Dede namlı bir veliyullahın, “Efendim dünyaya gelen mahdumunuzun ismi Abdurrahman olsun” demesi üzerine, Asım Efendi “Sami” adını ilave ederek oğluna bu ismi vermiştir. Asım Efendi Haremeyn valilerinden ve urefa-yı tarikatdan bir zat idi. Dedesi Ahmed Nuri Efendi ise meşayihten idi. Annesinin silsilesi Seyyide Zeyneb Hazretlerine, babasının silsilesi ise Hazreti Ömer Efendimize ulaşır. Miladi 1879 – 1934 tarihleri arasında yaşayan Abdurrahman Sami Saruhani Efendi, Hacı Bekir Sıdkı Visali Efendi’nin şeyhidir. Hacı Bekir Sıdkı Visali Efendi ise Sıddık Naci Eren Efendi’nin ilk şeyhidir.

ABDURRAHMAN SAMİ NİYAZİ EFENDİ’NİN TAHSİLİ

İlk tahsiline memleketi Manisa’da başlayan Sami Efendi daha sonra İstanbul’a gelerek Fatih Çifteayak Bahr-ı Sefid Medresesine devam etmiş, Hacı Hüseyin Hüsnü Efendi’den ve zamanın allamesi Hüseyin Necmeddin Pürzeti Efendi’den icazet almıştır. Bir kısmı basılan bir kısmı ise yazma halindeki eserleri, ilmi derecesinin yüksekliğini ortaya koymaktadır. Sami Efendi İslam ilimlerinin yanı sıra kimya, astronomi de tahsil etmiş, hatta usta bir kimyager olarak ilaç terkipleri hazırlamış, yakınlarının ilaç ihtiyaçlarını gidermiştir.

Sami Efendi Hazretleri ilim tahsilinden sonra, gördüğü bir rüya üzerine mürşidine kavuşmak arzusu ile yola çıkmış, Çanakkale’de mukim Tarik-i Uşşakiyye’den Ahmed Şücaeddin Efendi Hazretlerine intisab etmiştir. Şücaeddin Efendi’nin terbiyesi altında seyru sülukunu ikmal edip icazetini almıştır.

SAMİ EFENDİ SEYRU SÜLUKUNU ANLATIYOR

Meşhur Sefine-i Evliya’nın müellifi Hüseyin Vassaf Bey, Sami Efendi’nin seyru sülukunu bizzat kendisinden dinleyerek kaydetmiş ve şu şekilde nakletmiştir:

“Kendi nakillerine nazaran, hadâset-i sinninden beri müdâvim-i zikr olup, bir gece âlem-i ma’nâda Fahr-i âlem sallallâhu aleyhi ve selem Efendimiz Hazretlerini rü’yet ile şeref-yâb olarak na’leyn-i şerîfini ihsân buyurduğu günden i’tibâren cezbe ve aşkı galebeye başlayıp bir mürşid taharrîsi sırasında işâret-i Peygamberî ile Çanakkale’de meşâyih-i Uşşâkiyye’den ve Âzâde Hazretleri sülâlesinden Ahmed Şücâeddîn Efendi’nin dâhil-i dâire-i reşâdeti olmuşdur. İlk mülâkâtı şöyle nakl ederler. Ahmed Şücâeddîn Efendi va’z ediyor imiş, hitâm-ı va’zda mülâkî olup elini öpdükte, “Oğlum Sâmî, ma’lûmâtım var, nasîbinizi vermeye ma’nen me’mûrum” buyurup, bey’at vermişdir. Dört sene sülûkda bulunup, Tarîk-i Uşşâkî’den icâze almışlardır. Esnâ-yı icâzetde tâc-ı şerîfin biraz yüksekçe dikilmiş olmasına karşı, şeyhi kabûl buyurup Sâmî Efendi’ye giydirmiştir. Sâmî Efendi, Hazret-i Mısrî’yi rü’yâda görüp, elinden asâsını alır görmesiyle, şeyhi bunu hasen ta’bîr ederek, “Oğlum, ben ümmîyim, senin icâze ismin Niyâzî’dir, tâcın Niyâzî Hazretlerinin tâcı gibi uzunca olmasında beis yoktur. O Hazret’in de uzunca idi” buyurmuşlar imiş.

PEK ÇOK TARİKDEN İCAZET ALMIŞTIR

Hazret-i Şeyh Kasımpaşa’daki Yahyâ Kethüdâ Dergâhı postnişînliğine tayîn edilmiş ve tekkeler kapatılıncaya kadar burada vazîfe yapmışdır. Bu vazîfeden aldığı maaşı hayır hasednâta sarf etmiş, geçimini elinin emeği ile karşılamışdır. Kendisi kimyâgerdir, kazancını misk imâl ederek temin etmişdir. Kimyâyı çok iyi bildiği gibi, ilm-i simyâda da yed-i tûlâ sâhibidir. Bu ilme dâir eserler telif etmiş ancak vefâtına yakın bir tarihde, ehil olmayanların eline geçer endîşesiyle hepsini imhâ etmişdir. Sâmî Efendi Hazretleri, Arapça’ya ve Farsça’ya son derce vâkıf idi. Hattâ her iki dilde şiirleri bile vardır. Arapça’ya vukûfiyetini gösteren diğer bir delil de meşhûr Kâfiye isimli kitaba bir şerh yazmış olmasıdır. Sâmî Efendi Hazretlerinin diğer bir husûsiyyeti de pek çok tarîkden mücâz oluşudur.”

Hüseyin Vassaf Efendi bu konuyu da şöyle naklediyor:

“Sâmî Efendi, şeyhine hitâben, “Efendim, dîğer tarîkatlardan da sâhib-i silsile olsam, müsâade buyurulur mu?'” istîzânına cevâben “Salâhî Efendimiz Hazretleri de cem’ etmişdir. Esnâ-yı sülûkda olamazdı, ba’de’l-icâze muhayyersin” yolunda müsâadede bulunmalarıyla dîğer tarîklerden de ayrı ayrı mazhar-ı icâze olmuş olduğunu hikâye etdi.”

Yine Hüseyin Vassaf Efendi, Hazret-i Şeyh’in icaze aldığı turuk-i aliyye ve meşayihini şöyle naklediyor:

  1. Nakşibendiyyenin Muhammed Can Kolu: Edirne’de Mihâl Bey Dergâhı şeyhi Ebubekir b. Halîl Efendi
  2. Nakşibendiyyenin Behcetiyye Kolu: Hisâr Şeyhi Muhammed Nûrullâh Efendi
  3. Kâdiriyyenin Karîbullah Kolu: Mısır meşâyihinden Ebu’l Envâr Feyzüddin Efendi’nin halîfesi Şeyh Hilmi Efendi
  4. Kâdiriyyenin Muhyiddin ibn Arabî Kolu: Şeyh Hayrullah Efendi
  5. Sa’diyye: Edirneli İsmail Rüşdî Efendi
  6. Şa’bâniyye: İzmirli Şeyh Ahmed Efendi
  7. Rufâiyye ve Bedeviyye: İzmirli Şeyh Mustafa Hilmî Efendi
  8. Gülşeniyye: Edirneli Şeyh Şerefeddin Efendi
  9. Şâzeliyye: Şeyh Hayrullah Efendi
  10. Düssûkiyye: Şeyh Abdurrahman Kalenderî
  11. Mevleviyye: Manisada medfûn merhûm İsmail Çelebi’nin ruhaniyyetlerinden
  12. Halvetiyye’nin Uşşâki Kolu: Gelibolulu Ahmed Şücâeddin Efendi

Abdurrahman Sami Niyazi Efendi Hazretleri, “Küllü’t-tarik tariki Muhammediyye” düsturuna sahip olup, yani turuk-i aliyyenin hepsini hak yol kabul eden bir kamil bir mürşid idi. Bu halini ilahi olarak de bestelenip icra edilen şu nutk-i şerifinde de dile getirmiştir:

Dîdemiz giryân sînemiz sûzân
Rûhumuz hayrân Halvetîleriz

Cismimiz büryân derdimiz dermân
Aşkımız burhân Celvetîleriz

Sırr ile seyrân şevk ile devrân
Ederiz her ân Kâdirîleriz

Mahremiz zâre bülbülüz yâre
Hârız ağyâre Rıfâîleriz

Bizdedir halvet yâr ile ülfet
Bulmuşuz vuslat Dussûkîleriz

Zikrimiz esmâ fikr-i müsemmâ
Seyr-i “ev ednâ” Bedevîleriz

Hakk’ı çün bulduk nûr ile dolduk
Aşkla yoğrulduk Şâzelîleriz

Ölmeden öldük sonra dirildik
Uçmağa girdik Mevlevîleriz

Hayy ü bâkîyiz Dost müştâkıyız
Aşka sâkîyiz Nakşîleriz biz

Bizdedir Âdem İse’bni Meryem
Hem ism-i a’zam Bayrâmîleriz

On iki seyrân ideriz her ân
Ma’nâda sultân Vefâîleriz

Âşık-ı cânân mahrem-i irfân
Fakr ile pinhân Bektâşîleriz

Vahdete vâkıf kesreti sârif
Kenz-i ma’ârif Şa’bânîleriz

Sâmî ko halkı ara bul Hakk’ı
Yoludur aşkı Uşşâkîleriz

Abdurrahman Sami Niyazi Efendi’nin tarikat-ı aliyyenin hakaikini gösteren şu nutk-i şerifi de meşhurdur:

Halvetîyem kesretim vahdet ile pinhân olur
Celvetîyem vahdetim kesret ile ‘ummân olur

 

Kâdirîyem sırr-ı kudret sırrıma eyler zuhur
Nakşibendem nakş-ı kalbim külle yevmin şân olur

 

Şâzelîyem kim harîm-i hazretin seyyârıyem
Bedevîyem sırr-ı vahdet sırrıma feyzân olur

 

Hem Rufâ’îyem bana semm-i nüfûs etmez eser
Sırr-ı Bektâşem dilimde on iki seyrân olur

 

Câmi’-i na’t-ı celâl vasf-ı cemâl Bayrâmîyem
Hem Düsûkîyem ki vahdet-i şems-i dil tâbân olur

 

Sünbülîyem sünbülistân-ı hakîkat nisbetim
Sırrı-ı Şa’bânem ki cezb-i Hakk’a dil mestân olur

 

Mevlevîyem kim külâh-ı istikâmet lâbisem
Ravza-yı hadrâ-yı dil dil-besteye ‘atşân olur

 

Feth edüp sırr-ı Sinân ile kal’a kâf-ı kesretden
Şems-i Nûreddîn’de dil şerefinde ufk-ı cân olur

 

Hep tarîkat sırrını lâbis olur sırrım gehî
Gâh vahdet bahrına gark cümleden ‘uryân olur

 

Almışım bu nisbeti şeyhim Şücâaddîn’den
Nisbet-i kudsiyyesi mecmu’a-i pîrân olur

 

Cümle pîrân sırrını Sâmî Niyâzî bir bilüp
Pîr-i Uşşâkî’de bul ‘aşkı bulan sultân olur

 

BİZE BU GÖREVİ ŞAHISLAR VERMEDİ Kİ…

Abdurrahman Sami Efendi Hazretleri irşadını Halvetiyye şubelerinden Uşşakiyye usulü ile yapar. Dönemin zor şartlarında bile zikir meclisleri kurar. Yatsı namazından sonra camilerde el ayak çekilince zikir meclislerine devam eder. Kendisine korkup korkmadığı sorulduğunda, “Bize bu vazifeyi şahıslar vermediler ki şahıslar istedi diye terk edelim” der. Tefsirden hadise, akaidden edebiyata kadar pek çok sahada eser veren Sami Efendi’nin meşhur ve kıymetli eserlerinden birisi de içerisinde haftanın her günü için hususi evradlar tanzim ettiği “Evradü’l Mukarrabin” isimli eseridir.

MENEMEN HADİSESİ

Tekkelerin kapatılması üzerine dönemin şartları daha da zor hale gelmiş, yaşının genç olması, İstanbul ve Ege başta olmak üzere bağlılarının ve sevenlerinin çokluğu, Abdurrahman Sami Efen’nin “takibe alınması” için yeterli sebep olarak görülmüştür. Menemen hadisesinde serhalifesi Bekir Sıdkı Visali ile birlikte tutuklanmıştır. Altı ay tutuklu kaldıktan sonra beraat etmişler ancak bir kere mimlenmişlerdir. Hem Şeyh Sami Efendi hem de Bekir Sıdkı Visali Efendi hayatlarının sonuna kadar takibat altında tutulmuşlardır. Osmanlı dersiâmı (halk açık ders, müderris) olması hasebiyle kayd-ı hayât şartıyla (hayatta olduğu sürece) vaizlik yapabilme hakkı verilmişken, bu hakkı da elinden alınmıştır.

İBRETLİK BİR HATIRA

Sami Efendi’nin talebeliğini yapmış, Cerrahi Şeyhi Muzaffer Efendi Hazretleri Menemen hadisesi sırasındaki ibretlik bir olayı şöyle nakletmiştir: “Menemen hadisesinde mahkeme hakimlerinden biri Efendi Hazretleri’nin müridlerinden birinin damadı imiş. O derviş hakim olan damadının Efendi Hazretleri’ne yardımcı olacağını söylemiş. Bir bakıma teselli vermek istemiş. Mahkeme günü gelmiş, duruşma başlamış. Duruşmada Efendi Hazretleri kanunlara aykırı hiç bir hareketi olmadığını beyan edince, güya tanıdık olan o hakim, “Bunları darağacında anlatırsın” demiş. Efendi Hazretleri celallenerek, “Evlad! Ulemanın eti zehirlidir, ısıran kelb ölür” buyurmuşlar. Bir müddet sonra suçsuz bulunarak tahliye olunca o müridi kendisine geçmiş olsun ziyaretine geldiğinde sormuş, “Efendim, bizim damadın size bir faydası oldu mu?” demiş. Hazret-i Şeyh, kemal-i nezâketinden dolayı “Evet oldu” dedikten sonra “Kendisi şimdi ne yapıyor, nerede?” diye sormuşlar. “Sizin mahkemenizden üç dört ay sonra bağırsağında bir yara çıktı, sizlere ömür Efendim” demiş.”

FİTNEYE GEÇİT VERMEMİŞTİR

Menemen hadisesinde dikkat çeken bir husus da, Hazret-i Şeyh’in Menemen hadisesinde altı ay kadar haksız yere hapis yatmasına rağmen, hiçbir isim hakkında tenkit edici konuşmayıp, başkalarına da müsaade etmemiştir. Müridlerini her daim koruyup, gözeten Sami Efendi, bu şekilde muhtemel fitne ve belaları def etmiştir.

ABDURRAHMAN SAMİ NİYAİZ EFENDİ’NİN VEFATI VE KABRİ

Abdurrahman Sami Niyazi Efendi Hz. hayatını ibadet ve irşad vazifesi ile, dervişlerine sohbet vererek geçirmiş, 1934 senesinde bir gece Hakk’a yürümüştür. Kabr-i Şerifi İstanbul’da Edirnekapı Şehidliğinde, Mısır Tarlası olarak isimlendirilen bölümdedir. Vefatından birkaç gün önce kabri ile ilgili yaptığı vasiyeti ve ne şekilde Hakk’a yürüdüğünü, o dönemki genç dervişi Muzaffer Efendi Hazretleri şöyle anlatmıştır:

“Pek sevdiğim ve babam makamında saydığım üstadım, hocam, velinimetim Sami Saruhani Hazretleri ile Cuma namazlarından sonra hanelerinde otururduk. Bir gün yemekten sonra fakire şöyle buyurdu, “Oğlum, öldüğün zaman nereye defnolunmak isterdin?” Cevap verdim, “Efendim, nasib olursa Edirnekapı haricinde Halebi merhumun civarında defnolunmağı arzu ederdim. Zira oraya İstanbul alimlerinden pek çoğu defnolunmuşlardır” dedim. Hazret içini çekerek, “Sakın beni oraya defnetmeyin” buyurdu. “Zira ben hem günahkar ve hem de ilmen zayıf bir insanım ve kendimi oraya layık göremem. Beni Edirnekapı’da Mısır tarlasının kenarına gömüverirsiniz, olur biter.” Meğer Hazret, bu sözleriyle bana vasiyyet ediyormuş. Üç gün sonra, yatsı namazını kılarken ve namaz arasında vasıl-ı didar oldular. Fakir, o zaman Arapçayı yeni öğrenmeğe başladığımdan, okuduğum ayet-i kerimelerin manalarına vakıf ve aşina değildim. Fakat nasıl olduysa bilemiyorum cenazesinde Sure-i Fecr’in son ayetlerini okuyuverdim : “Ya eyyetühe’n-nefsü’l-mutma’inne ircı’i ila rabbiki radiyyeten merdiyyeh, fedhuli fi ‘ibadi vedhuli cenneti.” Bugün, ancak bu ayet-i celilenin manasını ve Allahu Teala’nın hakkıyle iman eden kullarını hitab-ı izzetiyle nasıl taltif ve tatyib buyurduğunu, denizlerden bir katre ve güneşden bir zerre mikdarı idrak ve ihata edebilmekdeyim.

Vefatları Salıyı Çarşambaya bağlayan gece Yatsı namazında vuku buldu. Sabah erken ilk ben kendilerini ziyarete gitmiştim. Seslendim, cevap veren yok, kapı açıktı, içeri girdim. Efendi Hazretlerini secdede teslim-i ruh etmiş olarak buldum. Evde kimse yoktu. Bildiğim bütün büyüklerime haber verdim. Bütün defin hizmetlerinde bulundum. Hazret, sık sık secdede uyuyakalırlar, Valide Hanım’ın yanına gitmezlerdi.

Adalara gittiğimiz zaman bana midye kabukları toplatırdı. Onları döver, ezer, çok güzel yanar dönerli tesbihler yapardı. Pek çok ilaçları kendi yapardı. Komşulara eliyle ilaç yapar götürürdü. Çok güzel ney üflerdi. Ne zaman sofra kurulsa daima sofraya bir kişilik fazla kap koyardı. Mutlaka yemeğe birileri gelsin isterdi. Bir müddet beklemeden lokma etmezlerdi. Kimse gelmezse bir müddet bekler, sonra yemeğe başlarlardı. Kapıyı hiç örtmezlerdi. Allah şefaatlerine nail eylesin, feyzlerinden istifade edebilmeyi cümlemize nasibü müyesser eylesin. Amin”

HAZRETİ ŞEYH’İN ESERLERİ

Sami Efendi Hazretleri pek çok eser vermiştir. Bu kıymetli eserlerinden bir kısmı risale şeklinde, bir kısmı da ise hacimli kitaplardır. Bazı eserleri yayımlanmış, bazıları ise yazma halinde korunmuştur. Yazma halindeki eserleri şunlardır:

  1. Sırr-ı Tevhîd: Müridlerine hitaben yazılmıştır.
  2. Tefsîru’l-Kur’ân Tenvîrü’l-Beyân: Tefsir ilmi hakkında Türkçe bir eserdir. Birinci mukaddimede sure ve ayetin tarifleri; ikinci mukaddimede tefsir ile tevil ıstılahları arasındaki farklar, üçüncü mukaddimede ise tefsir ilminin konusu, faydası ve gayesi işlenmiştir.
  3. Hadîs-i Erbaîn: Dört babdan müteşekkil kırk hadis derlemesidir. Birinci bab ezel ile ilgili hadisler, beş hadisten ibarettir. İkinci bab ibadetlerle ilgili hadisler, on altı hadisten ibarettir. Üçüncü bab, muamelata dair hadisler, on hadisten ibarettir. Dördüncü bab, “la yezâl” ile alakalı hadisler, dokuz hadistir.
  4. Tevcîhü’l-Âyati’l-Muhtelefi’z-Zâhir: Kur’an’da birbirleriyle çelişiyor gibi görünen ayetlerin nasıl anlaşılması gerektiğini açıklamakta ve gerçekte Kur’an ayetleri arasında bir tenakuz olmadığını göstermektedir.
  5. Düstûr-i Bedi’: İki fasıldan ibarettir. Yukarıdaki eserinin biraz daha hacimlisidir.
  6. Sırrı’l-Kadîr fî İlmi’l-İksîr: Kimya ilmi ile ilgili bir eserdir.
  7. Kenzü’l-Âşıkîn: Hazret-i Peygamber’in bazı hadislerini manzum bir şekilde beyan etmektedir.
  8. Şerhu’l-Emâlî: Kelam ile ilgili 32 varaklık bir risaledir.
  9. Şerhu’l-Kâfiye: İbn Hacib’in “Kâfiye”sinin şerhidir. Nahiv ilmi ile alakalıdır.
  10. Fâtiha Sûresi Tefsiri: Bu sure-i celilenin tasavvufi bir tefsiridir.

HAZRETİ ŞEYH’İN YAYINLANMIŞ ESERLERİ

  1. Mi’yâru’l Evliyâ: Kitab dört ana kısımdan oluşur. Birinci kısım şeriat, ikinci kısım tarikat, üçüncü kısım hakikat hakkında olup tasavvuf ve sufiyye ıstılahlarının tarif ve açıklamalarını içerir. Dördüncü kısım, marifetullahı avam, havas ve hassu’l havassa göre açıklar.
  2. Dîvân: Hazret-i Şeyh, nutk-i şeriflerinde tasavvufun bütün inceliklerini, şiirin bütün imkanlarını kullanarak pek zarif bir surette ifade etmiştir. Eser, 1980 yılında Şahinler Vakfı tarafından, 2006 yılında da H Yayınları tarafından yeni harflerle yayımlanmıştır.
  3. Müntehabat-ı Sâmiyye: Muhtelif konularda derleme bir eserdir.
  4. Evrâdü’l Mukarrabîn: Cuma gününden başlamak üzere haftanın yedi gününde müridlerin okuyabileceği vird, duâ ve salavat-ı şerifeleri ihtiva eder.
  5. El-Meslekü’s-Sâmiyye Fî Sülûki’n-Nakşiyyeti’l-Behâiyye ve’l-Halvetiyyeti’l-Hüsâmiyye: Nakşi ve Halveti tarikatlarına göre sülukta başlangıçtan itibaren nefsin kat ettiği makamlar ile bu makamların anahtarları, ayetlerle ve hadislerle beyan edilmiştir.
  6. Şerh-i Esrâr-i Esmâi’l-Hüsnâ: Esma-i Hüsna’nın kısaca manaları, kulun bu isimlerden alması gereken hisse, Esma-i Hüsna’nın şifa olduğu hastalıklar beyan edilmiştir.
  7. Binâ-yı İslâm: “İslam beş şey üzerine bina edilmiştir” hadisinden yola çıkarak İslam’ın beş rüknü tafsilatlı olarak anlatılmıştır.
  8. Hediyyetü’l-Âşıkîn: Dört babdan müteşekkil 36 sayfalık bir eserdir. Birinci babda, iman, İslam ve Ehl-i sünnet itikadı, ikinci babda, İslam’ın beş rüknü tasavvufi üslupla açıklanmış, bu rükünleri yerine getirmeyenlere verilecek cezalar beyan edilmiştir. Üçüncü babda ahlakın menşei, tarifi ve çeşitleri izah edilmiştir. Dördüncü babda şeriat, tarikat, feyz, marifet, zikrullahın fazileti, mürşid-i kamilin alametleri, evlilikte karşılıklı hak ve hukuk gibi meseleler ele alınmıştır.
  9. Tuhfetü’l-Uşşâkiyye: Abdullah Salahaddin Uşşakî Hazretlerinin Tarik-i Uşşakiyyenin usul ve adabına dair Arapça olarak kaleme aldığı eserin tercümesi olup, Hazret-i Şeyh tarafından bir takım ilaveler yapılarak genişletilmiştir.
  10. Nâme-i Muharrem: Kerbela Faciası hakkındadır.
  11. Mevlid-i Müctebâ: Resul-i Ekrem Efendimizin hayatını, evsafını ve yüce kadrini beyan eden manzum bir eserdir.
  12. Mir’ât-ı Eyyâm: Günlerin hassalarına dair bir eserdir.

 

Hazret-i Şeyh’in ayrıca Evrâd-ı Mukarrabin isimli eserinin kapağında eserlerinin bir listesi verilmiştir Buna göre günümüze ulaşmayan eserleri ise şunlardır:

  1. Şerh-i Nûniyye ed-Dürretü’l-Meknûniyye: Akaidle alakalı.
  2. Kenzü’l-Ârifîn: Tasavvufla alakalı.
  3. Risâle-i Hürriyyet
  4. Mihveri’l-Ulûm
  5. El-Mecâlisü’s-Sâmiyye
  6. Cevâmiu’l-Kelîm
  7. Zübdetü’l-Ulûmü’l-Arabiyye
  8. Medâricü’s-Sâlikîn ve Meâricü’l-Vâsılîn

 

HAZRET-İ ŞEYH’İN HAYATI VE ESERLERİ HAKKINDA YAPILAN ÇALIŞMALAR

  • Abdurrahman Sami Niyazi Efendi Hazretleri’nin eserleri ile ilgili yapılan çalışmalar ise şunlardır:
  • Dîvân-ı Sâmî: 1980 senesinde yayınlanmıştır.
  • Abdurrahmân Sâmî’nin Hayâtı, Eserleri ve Tefsîr-i Fâtiha-i Şerîf Risâlesi: 1993 senesinde Süleyman Demir tarafından hazırlanan bir yüksek lisans tezidir.
  • Uşşâkîler – Abdurrahmân Sâmî Niyâzî: Salahattin Aydemir tarafından 2005 yılında Çorum’da yayımlanmıştır.
  • 19. Yüzyılda Bir Uşşâkî Şeyhi – Abdurrahmân Sâmî Saruhânî: Yusra Taner tarafından hazırlanan yüksek lisan tezidir.
  • Uşşâkî’de Bul Aşkı: 2016 yılında Naciye Kaya  tarafından yayımlanan eser.